Türkiye AB’deki dönüşüme seyirci mi kalacak?
Değer Akal
Avrupa Birliği (AB), yeni üyelerle sınırlarını genişletmeyi, reformlarla da Avrupa kıtasında yeni bir düzen inşa etmeyi hedefliyor.
Türkiye’nin, yeniden şekillendirilmek istenen Avrupa’nın siyasi mimarisinde nasıl yer alacağı ile ilgili belirsizlik ise sürüyor. AB’de, “Erdoğan Türkiyesi” ile ortak bir paydada buluşabilme ihtimali konusunda karamsarlık hâkim. Bu da “Türkiye Avrupa’daki dönüşüme seyirci mi kalacak?” sorusunu gündeme taşıyor.
Gözler Granada’ya çevrildi
Bu hafta AB Dönem Başkanı İspanya’nın Granada kentinde yapılacak iki ayrı zirve sonrasında yapılacak açıklamaların, birliğin muhtemel dönüşüm hamleleri hakkında önemli ipuçları içermesi bekleniyor.
5 Ekim’deki Avrupa Siyasi Topluluğu (AST) Liderler Zirvesi’ni, 6 Ekim’de yapılacak gayriresmi AB Liderler Zirvesi izleyecek.
Granada’da üçüncüsü düzenlenecek AST Zirvesi’ne 47 Avrupa ülkesinin devlet ve hükümet başkanları davet edildi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da zirveye katılacak liderler arasında yer alması bekleniyor.
AST, AB üyesi ülkelerle birliğe komşu ülkelerin ortak çıkarlar konusunda görüş alışverişinde bulundukları bir diyalog ve iş birliği forumu olarak tanımlanıyor. Bu topluluğun, daha kurumsal bir yapıya dönüşüp dönüşmeyeceğini ise AB’de kararlaştırılacak genişleme reformları belirleyecek. AST zirvesinden bir gün sonra yapılacak AB Gayriresmi Liderler Zirvesi’ne, Avrupa’ya artan düzensiz göçün sınırlandırılması çabalarının yanı sıra genişleme ve bunun için gerekli reformlar hakkında yapılacak istişarelerin damgasını vurması bekleniyor.
Genişleme dosyası tozlu raflardan indirildi
Rusya’nın Ukrayna savaşının yol açtığı jeopolitik değişim AB’de geçen yıllarda fiilen rafa kaldırılan genişlemeyi yeniden en önemli gündem maddesi haline getirdi.
AB yeniden genişlemek istiyor, bu yolla da Rusya’nın Avrupa’da yeni istikrarsızlıklar çıkarmasını engellemeyi, Kremlin’in nüfuzuna set çekmeyi hedefliyor.
Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, Kiev’de yapılan gayriresmi AB dışişleri bakanları toplantısı sonrasında, vizyonundaki AB’yi tanımlarken, Ukrayna’nın doğusunda Rus işgali altında bulunan Luhansk’a da atıfta bulunarak, “Ukrayna’nın geleceği, özgürlüklerden oluşan ve Lizbon’dan Luhansk’a kadar uzanacak olan AB’dedir, özgürlüklerden oluşan birliğimizdedir” dedi.
Fransa’nın Avrupa’dan Sorumlu Bakanı Laurence Boone ise genişleyen, güçlenen ve istikrarsız bir dünyada diğer güçlerle eşit şartlarda hareket edebilen bir Avrupa inşa etmek istediklerini söylerken, “Önümüzdeki on yılın meydan okuması budur” diye konuştu.
Yeni strateji: Hızlandırılmış entegrasyon
AB Konseyi Başkanı Charles Michel, 27 üyeli birliğin 2030’da yeni üyeleri kabul etmeye hazır hâle gelme hedefini ilan etmişti.
AB Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Komiseri Oliver Varhelyi bu hedefe ulaşabilmek için birkaç hafta içinde “10 aday ülkeyi ya da Avrupa perspektifine sahip ülkeleri” kapsayacak bir paket hazırlamış olacaklarını duyurdu, bu paketin AB’nin genişlemeye ilişkin değişen vizyonunu yansıtacağını vurguladı.
Varhelyi, AB’nin aday ülkelerin üyeliğe daha hızlı hazırlanmalarına yardımcı olacaklarını, hazırladıkları programla bu ülkelere tam üye olmadan önce malların, hizmetlerin, işgücünün ve sermayenin serbestçe hareket edebildiği AB tek pazarına kademeli olarak erişim sağlayacaklarını söylerken, “AB’nin güvenliği, barışı ve uzun dönemli istikrarı büyük ölçüde genişlemenin başarısına bağlı olacak” sözlerini kaydetti.
AB liderlerinin Granada’da onaylamaları beklenen taslak bildiride de genişleme Avrupa’da barışa, güvenliğe ve istikrara yapılacak bir “jeopolitik yatırım” olarak nitelendiriliyor.
Peki ya Türkiye?
AB’nin önceliği Batı Balkan ülkelerinin üyeliğe alınmaları. Ancak üye olmak isteyen ülkeler, Batı Balkan ülkeleri ile, yani Arnavutluk, Sırbistan, Bosna-Hersek, Montenegro, Kuzey Makedonya ve Kosova ile sınırlı değil. Adaylık statüsü verilen Ukrayna ve Moldova’nın dışında Gürcistan da bu statüyü talep ediyor.
Ayrıca genişleme tartışmalarında artık hiç gündeme getirilmese de 1999 yılından bu yana bu statüye sahip olan en “kıdemli” aday ülke de Türkiye.
AB için Türkiye ile ilişkilerin geleceği, en sancılı konu başlıklarının başında yer alıyor. Avusturya gibi bazı üye ülkeler Türkiye’nin artık fiilen sona ermiş üyelik müzakerelerinin resmen sonlandırılmasını istiyor.
Avusturya Başbakanı Karl Nehammer, bir süre önce yaptığı açıklamada tarafların birbirlerine dürüst davranması gerektiğini, Türkiye’nin AB üyeliğinin “tahayyül edilebilir olmadığını” söyledi. Nehammer, ayrıca AB’nin iyi komşuluk politikası kapsamında Türkiye ile yakın iş birliği öngören yeni bir ilişki çerçevesi geliştirmesi gerektiğini kaydetti.
Aslında üyelik müzakerelerini henüz resmen sonlandırmamış olsa da AB fiilen artık Türkiye’yi zaten dış politika ve komşuluk politikaları kapsamında değerlendiriyor. AB’nin ve üye ülkelerin birçok belgesinde Türkiye’ye artık genişleme başlığı altında yer verilmiyor, Avrupalı liderler de Türkiye için “AB’nin stratejik öneme sahip komşusu” tanımını kullanmayı tercih ediyor.
AB için dört çemberli bir yapı öneriliyor
Alman ve Fransız hükümetlerinin talebi üzerine her iki ülkeden toplam 12 uzman tarafından hazırlanan yeni bir rapor da Türkiye’nin yeniden şekillenecek AB’de kendine nasıl bir yer edinebileceğine ışık tutuyor.
AB üyelerine sunulan ve liderlerin Granada’daki tartışmalarında da masaya konması beklenen “Açık Denizlere Yelken Açmak-AB’nin 21. Yüzyıl için Reformu ve Genişlemesi” başlıklı raporda, AB’de genişleme için yapılması gereken yapısal reformlar kapsamlı bir şekilde sıralanırken, AB’nin tam üyelik dışında da alternatifler içeren esnek bir modele, dört çemberli bir yapılanmaya evrilmesi öneriliyor.
Her bir çember, farklı haklar ve yükümlülükler içeriyor: Birincisi “İç çember” olarak tanımlanıyor ve Euro ve Schengen bölgeleri üyelerinin zaten bu iç çemberi, daha derin bir entegrasyon içerisinde bulunarak oluşturdukları belirtiliyor.
İkincisi ise, “AB çemberi” olarak nitelendiriliyor ve bu çemberde AB’nin ortak siyasi hedeflerine bağlı mevcut ve gelecekteki tüm üyelerinin yer alacağı belirtiliyor. Ortak siyasi hedeflere bağlılığın yanı sıra AB Antlaşması’nın 2’nci Maddesinde belirtilen değerlere, yani insan onuruna, özgürlüğe, demokrasiye, eşitliğe, hukukun üstünlüğüne uyum, şart koşuluyor.
Üçüncüsü ise ilk “dış çemberi” oluşturuyor ve bu ülkeler “Partner Üye” olarak adlandırılıyor. Avrupa Ekonomik Alanı’ndaki ülkelerin yanı sıra İsviçre ve İngiltere’nin de bu çemberde yer alabileceği belirtiliyor. Partner ülkeler tek pazara dahil olacak ancak içişleri, AB vatandaşlığı gibi diğer alanlarda entegrasyon öngörülmeyecek. AB bütçesine daha az katkı sağlayıp, maddi imkanlardan da daha az yararlanabilecekler. Parlamento ve komisyonda temsil edilmeyecekler, konseyde ise oy hakkına sahip olmamakla birlikte söz hakkına sahip olacaklar. Ancak partner ülke olmanın şartı var o da yine hukuk devleti ve demokrasi başta olmak üzere AB’nin temel ilke ve değerlerine bağlılık.
Dördüncü ve son çember de yine dış çember olarak nitelendiriliyor ve perşembe günü Granada’da toplanacak Avrupa Siyasi Topluluğu’na (AST) işaret ediliyor. Burada yer alan üyelerin tek pazara erişimi olmayacak. Bunun yerine iki taraf arasında enerji, çevre, iklim politikaları gibi ortak çıkar alanlarında jeopolitik yakınlaşmaya odaklanılacak, ekonomik ilişkiler serbest ticaret anlaşmaları ile şekillendirilecek. Ancak yine burada her ne kadar AB değerlerine bağlılık bir koşul olarak yer almasa da ülkelerin asgari bazı standartları karşılamasının gerekeceği belirtiliyor ve burada da Avrupa Konseyi’ne üyelik ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) taraf olma gerekliliğine vurgu yapılıyor.
Ya çemberin içinde ya da dışında
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan her ne kadar AB’ye tam üyelik hedefini koruduklarını söylese de demokrasi ve hukuk devletindeki gerileme nedeniyle Türkiye’nin ilk üç çemberde yer alması mümkün görünmüyor. Hatta AKP Hükümeti’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarını uygulamamakta ısrar etmesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden (AİHS) kaynaklı yükümlülüklerini yerine getirmemesi nedeniyle Türkiye zaten Avrupa Konseyi’nden çıkartılma tehlikesiyle karşı karşıya. AB’de raporda gündeme getirilen öneriler doğrultusunda reforma gidilmesi halinde, Türkiye’nin dördüncü çemberde dahi yer alamaması, yani AST’den de çıkartılması gündeme gelebilir.
Bu arada Alman-Fransız ortak önerileri, Alman Dış İlişkiler Konseyi’nin (DGAP) ev sahipliği yaptığı toplantıda masaya yatırıldı. Raporu kaleme alan uzmanlardan Daniela Schwarzer ve Shahin Vallée DW Türkçe’nin, AB için önerdikleri dönüşüm ışığında Türkiye ile ilişkilerin nasıl şekillendirilebileceğine dair sorularını yanıtladılar.
“Türkiye resmi olarak aday olsa da müzakereler yürütülmüyor” diyen Daniela Schwarzer, raporu hazırlarken derinlemesine bir değerlendirme yaparak Türkiye’yi bir çembere konumlandırmadıklarını, daha çok genel ilkelere odaklandıklarını söyledi.
Schwarzer, “Bizim dış çember olarak ifade ettiğimiz, üçüncü çember, partner üye seçeneği, hukuk devleti ve AB’nin diğer ilkelerine tam anlamıyla uyum gerektiriyor. Çünkü tek pazara erişim söz konusu olacak. Türkiye’nin, mevcut durumu nedeniyle, bu kapsama girmesi dahi zor. Ama tabii ki şayet Türkiye AB ile ilişkilerini daha yakınlaştırmak isteyecek olursa, sadece bir serbest ticaret anlaşması ile yetinmeyip tek pazara erişim sağlamak isterse, o zaman belki partner ülke seçeneği Türkiye için keşfetmek isteyebileceği bir seçenek olabilir. Ama dediğim gibi bunun koşulu hukuk devleti ilkelerine uyum” diye konuştu.
Shahin Vallée ise dördüncü seçenek olan AST’ye işaret etti, “Türkiye herhangi bir nedenden ötürü tam üyelik ya da partner üyelik koşullarını karşılayamaz ya da karşılamak istemezse o zaman AST daha uygun olabilir. Bu sadece Türkiye için değil, İngiltere ve halihazırda üye olup da hukuk devletine riayet etmek istemeyen ülkeler için de bir seçenek olabilir” diye konuştu.
Brok: Gümrük Birliği modernize edilmeli
Uzun yıllar AP milletvekilliği yapmış olan Hristiyan Demokrat Alman siyasetçi Elmar Brok ise Türkiye ile Gümrük Birliği’nin modernize edilmesi gerektiğini savundu.
Schwarzer ile Vallée’den sonra söz alan Brok, şunları kaydetti: “Türkiye ile ortaklık anlaşması var ve Gümrük Birliği’nde. Şimdi yapılması gereken Gümrük Birliği’nin modernizasyonudur. Bu Türkiye’ye Avrupa’dan bir beklentileri olabileceğine, Avrupa’ya bir bağın olduğuna dair verilecek iyi bir sinyal olur. Türkiye’deki yatırımların üçte ikisi hale Avrupa kaynaklı. Erdoğan Avrupa yatırımlarına bağımlı. Gümrük Birliği modernizasyon ile Türkiye ile var olan bu bağ güçlendirilmeli.”
Karamsarlık artıyor
Şimdi dikkatler Granada’da verilecek mesajlara ve özellikle de AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’in yine bu ay Türkiye ile ilişkilerin geleceği hakkında hazırlayacağı raporda yer vereceği önerilere çevrildi.
Borrell, Haziran ayında, Türkiye’nin İsveç’in NATO üyeliğine vetosunu kaldırmasının ardından yaptığı açıklamada, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın kendisine üyelik müzakerelerini yeniden başlatmak, Avrupa gündemini de en üst sıralara taşımak istediklerini beyan ettiğini aktarmış, “Bu iyi haber” demişti.
Josep Borrell, “Biliyorsunuz, Ukrayna’nın Avrupa Birliği’ne adaylığı komşu bölgemizde yeni bir dinamik yarattı. Ukrayna’nın da aday olması tüm Balkanlar’daki süreci hızlandıracak ve tabii ki Türkiye de bu oyunun bir parçası olmak isteyecek. Öncelikle Gümrük Birliğimizin modernizasyonuna ve vize konusuna bakmalıyız” diye konuşmuştu.
Ancak Erdoğan’ın, son aylarda Brüksel’e verilen mesajların aksine otoriter yönetimini konsolide eder nitelikte adımlar atması, AİHM kararlarına “saygı duymayacağını” ve bu kararlara “kulak asmayacağını” söylemesi, AB’nin Türkiye’ye yönelik pozitif gündemli açılımlarını zora sokuyor.